BEOGRAD
- gozdeyigit
- 20 Ara 2023
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 26 Ara 2024
Güneşli bir Ankara gününde kırmızı koltuklardan birinde uyku halinde, yeşili karşıma aldığım manzaraya bakarken plansızca çıktığım Belgrad seyahatimin ve gelecek diğerlerinin bir güncesi neden olmasın diye aniden yükseliyorum. Yaşananlar bana uzak bir anı olmadan, unutulmaya yüz tutmadan işte bu satırlarla birlikte bir seyahat güncesi yazmaya koyuluyorum. Merhaba!

Aydın'daki eğitimi tamamlayıp bir sonraki aşamayı Ankara'da beklerken, vize için hem randevularda yer olmaması hem de benim öyle bir bekleme zamanımın olmaması nedeniyle "E hadi Belgrad'a gideyim bari..." deyip yapılacaklar listeme "14-17 Aralık Belgrad" maddesini ekliyorum. Uçak biletlerimi ve airbnb rezervasyonumu cebime koyup yola düşüyorum.
Nikola Tesla Havalimanı'na indikten sonra taksicilerin tuzaklarından atlayıp beni şehrin merkezine götürecek olan A1 shuttle'ı beklemeye koyuluyorum. Bir uçak dolusu Türk geldiğimiz için shuttle'da neredeyse tek kelime Sırpça duymadan yol devam ediyor. Sava Nehri'ne doğru ilerlerken gözüme her şey soğuk ve cansız görünüyor. Sanki birazdan otobüs duracak, bölümden bir hocamız çıkacak ve "Hadi çocuklar, bu bölgeyi canlandıracak bir proje bekliyoruz sizden, analizlerinize başlayın." diyecek diye düşünüp bu şehrin can suyu için neye ihtiyacı var diye düşünür halde buluyorum kendimi. :)
Son durağa geldiğimizde hava iyice kapamış ve yağmur artmış, Ankara'nın grisiyle yarış halinde olan bu şehirde bana 3 gece ev olacak daireye yaklaşık 10 dakika yürüyerek varıyorum. Dragan, ev sahibi, bana evi tanıtıyor, İngilizce kelimeyi hatırlayamadığı zaman Türkçe kelimeler kullanıyor. 8 defa Türkiye'ye tatile gelmiş, Kuşadası'na benden daha çok gitmiş olduğunu öğreniyorum. Evi teslim alıp, biraz dinlenip evin yakınında, güzel yorumları olan Sunshine Bagel'de atıştırırken Türkiye'den bir süredir beklediğim bir telefon geliyor. Aramayı kapadıktan sonra mekandaki çalışan yanıma gelip konuştuğum dilin hangisi olduğunu soruyor, yanıtlıyorum. Türklerin bu kadar yoğun olduğu bir şehirde benim konuştuğum dilin Türkçe sanılmamasına şaşırıyorum bir yandan da. Adam "Diksiyon dersi mi aldınız?" diye o çok duyduğum soruyu sorsa yadırgamayacağım. "Yahu hakikaten ben bu dili başka konuşuyorum galiba" diye düşünüp gülümseyerek ayrılıyorum. Tamamen plan yapmadan geldiğim için yakındaki Nikola Tesla Müzesi'nden başlıyorum tura. Sırada uzun bir kuyruk... Sırada 3 kişi ile tanışıyorum, biri benim gibi yalnız gelmiş, hatta önceki gün Manchester City-Kızılyıldız maçını seyrettiğini öğrendiğimde "ah ulen, bilseydim dün gelirdim." diye iç geçiriyorum. Akşamki Euroleague basketbol maçından bahsediyor. "E çıkışta bilet alalım gidelim." diyoruz. Tesla üzerine bir tanıtım filmi ve Tesla'nın alternatif akım motorları ile deneyim içeren kısa bir müze turu sonrası, çıkışta maça bilet alıp tekrar yola düşüyoruz. Belgrad'da ufak bir alandaki christmas markette, birkaç oyun, sıcak şarap ve birkaç tadımla birlikte zaman geçirip devamında maç için stadyuma geçiyoruz. Kızılyıldız-Alba Berlin maçı, son sıraların yarışı :) Kızılyıldız'ın ateşli seyircisi ve çocuklarıyla maç seyreden çok sayıda aile tribünleri dolduruyor. Biz de tezahüratlara katılır halde maçın sonunu getiriyoruz.
Belgrad'da otobüslerde bilet basma gibi bir olay yok, sistem üzerinden günlük, saatlik, aylık gibi satışlar mevcut. Otobüsten indiğimde köpeklerini yürüyüşe çıkaran mahalle sakinlerini görünce iyi aydınlatılmamış sokaklarda adımlarım sakinliyor. Hiçbir planım olmadan keyfime göre gezmenin, eğlenmenin tadını çıkardığım ilk günü tamamlıyorum.
Diğer günleri ilk günü anlattığım gibi yazmayı planlamıyorum. Oldukça kısa tutacağım buraları. Kalan iki günümde gideceğim bölgeleri kabaca ayırıyorum ama bu seyahatin 5N1K'sının olmamasına özen gösteriyorum. Paşa gönlüm ne derse o, keyfimin kahyası ne zaman isterse o zaman. Otobüse atlayıp ilk iş Bloom denilen leziz bir kahvaltıcıda kahvaltımı yapıp, ünlü Knez Mihailova caddesinde kitapçılara, dükkanlara gire çıka ilerlerken Zepter Müzesi beni çağırıyor. Devamında Kalemegdan Fortress... Sava nehri kıyısındaki balkan lezzetlerini tadabileceğim Ambar adlı mekana vardığımda özel bir etkinliğe kapatıldığı ile yüzleşiyorum. Tourist Info Point noktasına gidip yemek için yerel bir tavsiye istiyorum ve Question Mark? öneriliyor. Önce Question Mark'ın karşısındaki Aziz Mihail Katedrali'ni gezip sonra yemek yemeye geçiyorum. Cevapcici, Sırp birası Jelen... Geldiğimden beri somurtkan olan kel meyhaneci rakija istediğimde neşeleniyor, "merhaba arkadaş" deyip yeniden tanışıyor benimle... Bahşiş sonrasında ise dost oluyor. Seyahat bloglarında gördüğüm Crna Ovca dondurmacı tavsiyesiyle ikinci geceyi sonlandırıyorum. Üçüncü gün, St. Mark Church, National Assembly, St. Sava Temple, Stefan Nemanja Park, bol yürüdüğüm, Bucko pizzalarını ve birkaç öneriyi daha denediğim ama beğenmediğim sessiz sedasız bir günün akşamında çantamı toplayıp, güzel bir film seyredip ertesi gün Ankara'ya dönüyorum.
Buraya dair en etkilendiğim şey Dusan Tadic olmaya devam ediyor. :)
Şu vizeyi almak lazım...
Comments